Mutlu Olmak İçin Para Nasıl Harcanmalı?
Yüzyıllar önce Lao Tzu, para peşinde koşarsanız kalbiniz asla açılmaz demiş. Bazı ideolojilerin basitliği ve materyal sahipliğinin azalmasını teşvik ettiğini biliyoruz – Netflix’te belgeseli bile var – fakat hâlen tam olarak aradaki dengenin nasıl olması gerektiğini de çözebilmiş değiliz.
Hayatımız “para” kavramıyla çerçevelenmiş durumda; kazanıyoruz, harcıyoruz, yatırıyoruz, tasarruf ediyoruz. Benim gibi bu kavramı ve tarihsel sürecini ders olarak anlatmak durumunda olanlar da var. Gün geçtikçe de parayla olan ilişkimiz ve tartışma konuları dallanıp budaklanıyor.
Burada orijinal yazıya atıf yapalım, 1901 ve 2003 yılları arasında ABD hane halkının harcamaları 53 kat artmış. Burada tabii ki makroiktisadi bir bakış açısıyla analize dahil edilmesi gereken çok fazla değişken var (enflasyon, verimlilik artışı vb.) fakat bu harcamaların dağılımının nasıl değiştiği de önem taşıyor. Ne kadar harcamanın zorunlu ihtiyaçlara, ne kadarının lüks ihtiyaçlara yöneldiği ve tabir-i caize ne kadarının “boşa gittiği” bir tartışma konusu. Benzer verilerin de fazla geçmişe gitmese bile ülkemiz için de hesaplandığına eminim.
Texas Üniversitesi’ndeki Dr. Amit Kumar, sürekli tüketim isteğini “hedonik koşu bandı” olarak niteliyor. Her ne kadar biz mikro iktisatta bireylerin rasyonel olduğunu, azalan marjinal faydayı, doyum noktasını vurgulasak da bütçe kısıtı bile olsa sahip olduğumuz şeylere alıştıkça daha yenilerini elde etmek için bir motivasyon hissediyoruz, satın almakla elde ettiğimiz mutluluk zamanla körelip yerini yenilerine bırakıyor.
Elimizde olmayan bir şeyin daha fazla haz vereceğini tahmin veya ümit etmek yeni bir şey değil. Burada şu soru soru ortaya çıkıyor: Para saadet getirir mi? Bu sorunun cevabı karmaşık olmakla beraber tercihlere dayanıyor. Elbette ki bir Mercedes’in içerisinde ağlamak bir bisiklet üzerinde ağlamaktan daha iyi olsa da bu tüm resmi ifade etmiyor. Paranın bazı şekillerde kullanılması daha fazla mutluluk anlamına gelebiliyor.
Zaman
İktisat derslerinde hep söylediğimiz şeylerden biri fırsat maliyeti en yüksek olan şeyin zaman olduğudur. Her ne kadar teknolojiyle beraber anlık haberleşme, güçlü lojistik ağları ve yüksek verimlilik gibi birçok faktör hayatımızı kolaylaştırmış olsa da, zaman kimseye yetmiyor. Sırf gün içinde zaman yetmiyor diye bir intikam duygusuyla hayatı erteleyenler bile var. Belli ki, bomboş bir takvim bile bazen zamanın yeterli olduğu hissini veremiyor.
Bir araştırma, zamanın kısıtlı olduğunu hisseden insanların daha stresli olduğunu, başkalarına yardım etmek için daha az zaman harcadıklarını ve daha az aktif olduklarını öne sürmekte. Bununla beraber düzenli spor veya sağlıklı beslenme önündeki engellerin bir kısmını da buna bağlamışlar. Diğer taraftan fiziksel tüketim yerine “zaman satın almanın” – bir diğer deyişle zamandan tasarruf sağlayacak şeyleri tüketmenin – olumlu sonuçlarına değinen çalışmalar da olmuş.
Bir çok konuda olduğu gibi burada da sosyal anlamda toplumsal bir destek ağı önemliymiş, sosyal destek ölçeği vb. olarak çalışmalar var. Bu bakış açısıyla ev için temizlik hizmeti almak, zaman zaman dışarıdan yemek siparişi vermek, bir yere aktarmalı yerine doğrudan uçmak gibi zamandan tasarruf sağlayacak tercihler mutluluğu artırmaktaymış.
Burada önemli olan nokta ise bu zamandan tasarruf tercihlerini gerçekleştirirken geliriniz buna el vermiyor ise, yani fırsat maliyeti gereği ihtiyaç duyduğunuz başka bir şeylerden vazgeçmek durumunda kalıyorsanız, göstereceği etki yedek olarak tuttuğunuz – ekstra bir – parayı bu amaçla harcadığınız zamanki kadar ciddi bir etki olmayacaktır.
2012’de yapılan çalışmalarda, psikologlar katılımcıların zamanlarının parasal değeri olduğunu düşünmeye hazır olduklarında, müzik dinlemek gibi boş zaman etkinliklerinde daha sabırsız olduklarını ve daha az zevk aldıklarını buldular. Bazı şeylere parasal değer atfetmenin pek de akıllıca olmadığını kardinal iktisatçılardan biliyoruz aslında. Katkıları önemli olsa da bazı konularda objektif bir ölçüt için gerçekçi olmayan birçok önkoşulu kabul etmek gerekiyor, bu da analizi anlamsız kılıyor. Bazen iktisadi değere odaklanmak elde edilen faydayı da olumsuz etkiliyor.
18 ülkeden 165 katılımcının olduğu bir çalışma ise iki bulguyla öne çıkmış. İlk olarak, iktisadi kaygılara odaklanmak o kadar da kötü değil. Para odaklı bireyler gerçekten üretken olmakla birlikte insanlara parayı hatırlatmak onları zorlu görevlerde ekstra çaba sarf etmeye, daha uzun saatler ayırmaya ve daha iyi performans göstermeye motive etmiş. Öte yandan, daha fazla çalışma, daha az sosyalleşme ve daha fazla psikolojik ve fizyolojik stres yaşama eğilimleri de artmış.
İlk olarak, zamanı bir meta ya da bir ürün olarak ele almak gerekli. Araştırmalar, zamanını başlı başına sınırlı bir kaynak olarak gören insanların, tatlı yemek veya bir arkadaşıyla konuşmak gibi hayatın basit zevklerinden keyif alma olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor.
İkincisi, zaman kazandıran bir satın alma için savurganlık yapılıyorsa, bu ekstra dakikaları ruh halinizi yükseltecek bir şey yapmak için kullanmak gerekliymiş. Zaman ve mutluluk üzerine yapılan araştırmalar, insanların boş zaman etkinlikleri sırasında çalıştıkları veya ev işleri yaptıkları zamana kıyasla tipik olarak daha olumlu duygular yaşadıklarını göstermektedir. Egzersiz yapmak ve gönüllü olmak gibi aktif ve sosyal boş zaman biçimleri, TV izlemek veya şekerleme yapmak gibi daha pasif faaliyetlere kıyasla daha fazla mutlulukla bağlantılıymış ki altruizm tartışmaları ve bireylerin bencilce olmayan motivasyonları da araştırmalara sıkça konu ediliyor.
Deneyim
Burada aslında Kahneman’ın deneyimleyen benliğini de vurgu yapmak lazım. Bir TED konuşması mevcut, deneyimleri fiziki tüketime tercih ederken belki göz önüne almakta fayda var.
Her ne kadar maddi varlıklar uzun yıllar kullanılacak ve işe yarayacak gibi gelse de (planlı eskitme olsa bile) deneyimler de benliğimizde varlığını sürdürüyorlar, hatırlanıyorlar ve ilginçtir ki, çoğu zaman daha anlamlı tercihler oluyorlar.
İnsanlar bir şeyleri planlamaktan, beklemekten zevk alıyor. Yani bazen yol, varış noktasından daha değerli. Deneyimler genellikle diğer bireylerle de ortak olduğu için aidiyet duygusunu körüklüyor. Deneyimlerimiz de kimliklerimizin oluşumunda önemli bir rol oynarken az önceki Dr. Kumar, “Deneyimsel satın almalar, bir kişinin kimliğini ve benlik duygusunu daha fazla yansıtma eğiliminde” diyor ve ekliyor; “Eşyalarımız temelde kim olduğumuza çok bağlı değil. Biz deneyimlerimizin toplamıyız.”
Bu grafiği çok da anlatmaya gerek yok aslında. Ne tüketirsek tüketelim bir süre sonra verdiği mutluluk azalıyor. Ne var ki deneyimlerin oluşturduğu mutluluk fiziksel veya materyal tüketime kıyasla daha yüksek bir seviyede seyrediyor, daha az kayba uğruyor. Üstelik fiziksel ürünler belirli kriterler çerçevesinde birbirleriyle karşılaştırılabilir, hatta yarıştırılabilirken deneyimler kişiye özel mutluluklar sunuyor.
Pandemi sürecinde yapılan çevrimiçi buluşmalar, arada bir dışarı çıkıp menüdeki en ucuz yemeği tüketmek bile bu bakış açısıyla pahalı bir fiziksel ürün tüketimine kıyasla çok daha olumlu etkiler gösterebilir. Paranın satın alamayacağı bazı şeyler vardır…Geri kalan her şey için…Yok, bu yazının içeriğine kıyasla tamamen zıt bir slogan oldu.
Başkaları İçin Harcamak
Bazı çalışmalar bireylerin bir kısmının gerçekten bencil olmadığını (iktisatçılara altruizm şoku) ve zaman zaman başkaları için harcama yapmaktan mutluluk duyduklarını gösteriyor. Başkalarını düşünmenin fizyolojik olarak da kan basıncını düşürdüğünü, ölüm ve hastalık riskini azalttığını öne süren çalışmalar mevcut. Bu konudaki analiz merakı MR taramalarına kadar gitmiş. İnsanların oluşturduğu topluluklarda bu tür bencilce olmayan davranışların da diğerlerini de aynı şekilde davranmaya teşvik ettiğine dair çok örnek var ki davranışsal iktisatta da güven oyunu sıkça karşılaşılan ve üzerinde çalışılan bir sosyal deney.
Son olarak duygusal bağımız olan kişi ve kurumlar için harcama yapmak, paranın nereye gittiğini bilmediğimiz bir bağışa kıyasla daha fazla mutluluk veriyormuş. Beklendiği gibi.
Sonuç
Sonuç yok. İnsanlar biyolojik, psikolojik ve belki iktisadi anlamda tam anlamıyla çözülemeyecek kadar kompleks varlıklar. Deneyime dayalı, sosyal ağda bulunan bireyi ve çevresini güçlendirecek, mutlu edecek harcamalar materyalist yaklaşımlara kıyasla çok daha değerli.
Burada orijinal yazıdaki örnek de önemli, çünkü gri alanlar var. Eğer bir bisiklet grubuna katılıp her gün bisiklet sürmek istiyorsanız, ilk önce bir bisiklete ihtiyacınız var. Burada da bireyin ne istediğine karar verme ve planlama yeteneği gibi faktörler öne çıkıyor.
Yazıdaki son sözün çevirisi ile bitireyim;
Olumlu sosyal ilişkiler, insan mutluluğu için esastır – sosyal ilişkilerinizi geliştirecek [ve diğer insanlarla karşılaştırma yapmayı en aza indirecek şekilde] para harcayın.